Cuma, Şubat 29, 2008

İnsan mutluyken çok yazamıyormuş. Bu aralar ne mutluyum ne değilim. Normalden biraz halliceyim...

kaleme alan ~ outis ~ zaman: 16:16 2 fikrini beyan et  

Kelebek ve Dalgıç


Tür : Dram / Biyografi
Gösterim Tarihi : 18 Ocak 2008
Yönetmen : Julian Schnabel
Senaryo : Ronald Harwood , Jean-Dominique Bauby (Kitap)
Yapım : 2007, Fransa / ABD , 112 dk.

Oyuncular

Mathieu Amalric (Jean-Dominique Bauby) , Emmanuelle Seigner (Céline Desmoulins) , Marie-Josée Croze (Henriette Durand) , Anne Consigny (Claude) , Patrick Chesnais (Dr. Lepage) , Niels Arestrup (Roussin) , Olatz Lopez Garmendia (Marie Lopez) , Lenny Kravitz (Lenny Kravitz) , Michael Wincott (Michael Wincott)



Bugün ne olduğumuzdan çok gelecekte olacaklar daha önemlidir. İstediğiniz kadar lüks içinde yaşayın, ister dünyanın en zengini olun bela her an kapınızı çalabilir. Gazatelerde, haberlerde görüp duyduğumuz, bazende göremezlikten geldiğimiz bu olayların bizim başımıza gelmeyeceğini düşünmekteyiz kimi zaman. Öyle bir dünyada yaşıyoruz ki, yaşamamız bile mucize haline gelmiş. İşte bu mucize hayatımızda paradan da en önemlisi sağlık ve aile oluyor. Önemli olan bunun farkında olabilmek galiba...



Fransız Elle dergisi editörü Jean-Dominique Bauby’nin gerçek hayat hikayesinden yola çıkarak yapılmış bu filmde Jean-Dominique Bauby 43 yaşında beklenmedik bir biçimde hastalanıp ve bütün kas kontrolünü kaybetmesiyle film başlar.Kendine geldiğinde konuşamadığını anlayan Jean-Dominique Bauby tek kontrol edebildiği yerin, sol göz kapağı olduğunu anlar. Konuşulanları duyan ve gören ama söylemek istediklerinide terapistinin bulduğu bir yöntemle ( göz kapaklarının hareketiyle) anlatıyor film boyunca. Sürekli hareketli bir hayat yaşayan Jean-Dominique Bauby'nin hayatla tek bağlantısı sol göz kapağıdır artık. İlk zamanlarda bu durumu kabullenmek istemesede Jean-Dominique Bauby daha sonraları hiç bir kaçış yolu olmadığını anlar. kazadan önce yazmak istediği bir hikayeyi bu sefer yaşadıklarından yola çıkarak göz kapaklarıyla konuşur bu çok zamanını alsada yapmaya karar verir. Zaten göz kırpmaktan başka yapacak birşeyi de kalmamıştır.



Hem konusu itibariyle, hem anlatış tarzı, hem de film çekim tekniğiyle etkileyici bir film olmuş. Eğer sinemada izleme fırtası bulamadıysanız bu filmi, bir ara mutlaka dvd sini alıp izleyin, koyun arşive , çünkü arşivlik bir film olduğu düşüncesindeyim.

kaleme alan ~ outis ~ zaman: 10:48 0 fikrini beyan et  

Eylül Akşamı

Çarşamba, Şubat 27, 2008


Hiçbir neden yokken, ya da biz bilmezken tepemiz atmış ve konuşmuşuzdur.

Onca neden varken ve tam sırası gelmişken hiç bir şey yapmamış ve susmuşuzdur.

Aynı anda aynı sessiz geceye doğru içim sıkılıyor demişizdir.

Aynı sabaha uyanırken kim bilir aynı düşü görmüşüzdür.

Olamaz mı? Olabilir.

Onca yıl sen burada onca yıl ben burada yollarımız hiç kesişmemiş şu eylül akşamı dışında

Belki benim kağıt param, bir şekilde, döne dolaşa senin cebine girmiştir.

Belki aynı posta kutusuna değişik zamanlarda da olsa, birkaç mektup atmışızdır.

Ayın karpuz dilimi gibi batışını izlemişizdir deniz kıyısında.

Aynı köşeye oturmuşuzdur köhnede belki birkaç gün arayla

Olamaz mı? Olabilir.

Onca yıl sen buradaonca yıl ben buradayollarımız hiç kesişmemiş şu eylül akşamı dışında

Bostancı dolmuş kuyruğunda sen başta ben en sonda öylece beklemişizdir.

Sabah 7.30 vapuruna sen koşa koşa yetişirken, ben yürüdüğümden kaçırmışımdır.

Aynı anda başka insanlara, seni seviyorum demişizdir.

Mutlak güven duygusuyla, başımızı başka omuzlara dayamışızdır.

Olamaz mı? olabilir.

Onca yıl sen buradaonca yıl ben burada yollarımız hiç kesişmemiş şu eylül akşamı dışında...


kaleme alan ~ outis ~ zaman: 16:18 4 fikrini beyan et  


Işıklı reklam panoları gibi olan kafamın içinden geçen düşüncelerin hızına yetişemiyorum. Özellikle kendimle baş başa kaldığım zamanlarda düşündüğüm şeyleri daha sonra hatırlayamamaktan rahatsızlık duyuyorum ve bu da beni deli ediyor.İşte o anlarda düşüncelerimi, aklımdan geçenleri, öyle konuşmadan, yazmadan kaydedebilmeyi isterdim. O zaman hiç bir fikri unutmamış olurdum...

kaleme alan ~ outis ~ zaman: 11:14 0 fikrini beyan et  

EN İÇTEN DİLEK'LERİMLE; TATLI DEYİP GEÇMEYİN LÜTFEN ÖZEN GÖSTERİN...

Pazartesi, Şubat 11, 2008




Yer: Taksim Dilek Pastane/Cafe&Restaurant
Tarih:8 şubat 2008
Saat:19:30-20:10 ara


Sevdiğim bi mekanın nasıl sevmediğim bir mekan olduğunu anlatacağım şimdi hazır olun.

Herzamnki gibi yine oyun öncesinde açız ve birşeyler yemek için kendimize yer arıyoruz. Her zaman gitmeyi sevdiğimiz yer olan Dilek'e gitmeye karar veriyoruz. Gitmeyi sevdiğimiz diyorum herzaman gittimide hizmetinden memnun olduğum ürünlerinden memnun olduğum(uz) bir yer çünkü. Bir arkadaşım tavuklu krep söylüyor kendine, bir diğeri ise dilek pizza, benim nedense o gün canım tatlı bişeyler yemek istiyor ama bir türlü karar veremiyorum. Tatlı zevkine güvendiğim arkadaşımın firkine kulak veriyor, kendime bir keşkül(bir kaç gün öncesinden Özsüt'te yediğimiz keşkülü düşünerek) söylüyorum. Arkama dönüp bakıyorum benim tatlı sizinkilerden önce geliyor diyerek hava atıyorum yanımdakilere. O da ne!!! benim keşkül, plastik bir kabın içinde geliyor. Başka bir yer de olsam yadırgamazdım ama burası Dilek!!!

Menüdeki her yemeğini, her salatasını ayrı bir özenle hazırlayan Dilek'in bir tatlıyı böyle özensiz hazırlamasını hiç ama hiç beklemiyordum doğrusu. O plastik kaba aldanmayıp tadının güzel olacağı düşüncesiyle tattığımda, yüzümün halini görecektiniz. Dilekteki hiç kimse, ya bu tatlının nasıl yapıldığını bilmiyor ya da yaptıkları tatlının tadına bakmıyorlar anlaşılan.

Siz siz olun Dilek'te sakın ha sakın Keşkül yemeye kalkmayın!!!

kaleme alan ~ outis ~ zaman: 14:42 0 fikrini beyan et  

FANTASTİK TÜRK MASALI......ULAK yola çıktı

Çarşamba, Şubat 06, 2008




Hani vardır ya dedelerimizin, ninelerimizin anlattığı, bazen ürkerek dinlediğimiz ama sonunuda hayecanla beklediğimiz masallar.Küçükken yazları dedemlere gittiğimde hep masal isterdim ondan. Oda büyük bir keyifle ve cidiyetle başlardı anlatmaya. Hani o bildiğiniz pamuk prenses ya da sindrella masalları gibi değildi onlar. Düşünüyorumda onlara göre daha fantastik daha heyecanlıymış, o masalar.

Niye bundan bahsettiğime gelince, Ulak filmini izledikten sonra, dinlediğim o masallar geldi aklıma. Kendi tarzında gayet başarılı, yer yer güldüren, yer yerde ağlatan bir çalışmaya imza atmış Çağan Irmak. Filmi izlerken kendinizi, masalın büyüsüne ve gizemine kaptırıyorsunuz. Filmde, Zekeriya adında bir seyyah asıl mesleği hekim olup, köy köy dolaşarak ulak ibrahimin hikayesini(kendi hikayesini masal gibi) anlatır çocuklara. Anlatırda niye anlatır??? Kor gibi yanan ciğerini bi nebze olsun soğutmak, yüreğinin acısını dindirmek için anlatır durur. Her gittiği yere kendi hikayesini de götüren Seyyah Zekeriya'nın en son gittiği köy, diğer köylere pek benzemektedir. Bu köyde de toplar etrafına çocukları, başlar hikeyeyi anlatmaya. Her çocuk kedni gözünde hikayedeki kişlere göre birini canladırır, tanıdığı birinin yüzünü koyar.masalın etkisinde kalan çocukar Ulak İbrahim'in varlığına ve bir gün geleceğine bile inanırlar...

Oyunculara gelince;

Çağan Irmak Babam ve Oğlum da çalıştığı kadroyu hemen hemen korumuş. Sürekli aynı kişilerle çalışmak iyi midir kötü müdür bilmem ama, ben bu kadroyu seviyorum. Yetkin Dikinciler'i ilk defa kötü bir karakterlerle izledim beyaz perde de. İlk duyduğumda şaşırmıştım yetkin kötü bir karakterde oynamışdiye bence rolünün hakkını veriş. filmde etkilediğim sahnelerden bitanesi de Ferhat'ın(çocuk) Seyyah Zekeriya dan Ulağı çağırmasını iztemesiydi, çok etkili ve duygusal bir sahne olmuştu.

Son söz;

Bence güzel bir film olmuş kendi tarzında. İçinizdeki çocuğa mutlaka ama mutlaka bu masalı izletin derim ben...

kaleme alan ~ outis ~ zaman: 11:17 0 fikrini beyan et